top of page

LOFT CAZ: BEN SENİN KIZIN DEĞİL MİYİM?

Yazar: Yasemin Akman


LOFT CAZ: BEN SENİN KIZIN DEĞİL MİYİM?

Sinead O’Connor’ın 1992 tarihli üçüncü albümü “Am I Not Your Girl?”, birçoğu caz standardı denilebilecek şarkıların cover’larından oluşuyordu. Her zamanki muhalif kimliği ile plağı, New York insanlarına özellikle sokakta yaşayan insanlara armağan etmişti, daha da özelde St Marks Place’de tanıştığı evsizleri kast ettiğini söylemişti.

Öyle bir albümdü ki ilk dinlediğimizde “Neden?” sorusunu sormuş, o da bunu soracağımızı bilmiş gibi kitapçığında cevabını vermişti. Cevap şuydu. “Bunlar dinleyerek büyüdüğüm şarkılar. Şarkıcı olmayı istememi sağlayan şarkılar bunlar. İşte bu yüzden.” Beklentimizin öyle dışındaydı ki uzun yıllar bir daha dönüp yüzüne bakmamıştık. Ta ki bu cevap bizim için bir anlama gelene dek. 


Am I Not Your Girl?
Am I Not Your Girl?

Albümün kitapçığı, “Où est le roi perdu?” cümlesi ile açılıyordu. “Kayıp Kral nerede?”.Sonra İngilizce devam ediyordu. “Eğer oradaysan seni görmek istiyorum.” Onun kayıp kralı arayışı hepimizin malumu, bir türlü aradığını bulamayıp dinler arası gezinişi de öyle… Kitapçığın ikinci sayfası, çocukken yaşadığı suistimali anlattığı, bunun yol açtığı sonuçları gözler önüne serdiği yer. Bu sonuçlardan bazılarını şöyle yazmış: “benlik saygısının, kendine güvenin, kendini sevmenin, kendine saygının, kimlik sınırlarının, güvenin, inancın, sevme ve sevilme yeteneğinin, ebeveyn olabilme yeteneğinin ölümü.” Şimdi o öldükten sonra bunları tekrar okumak zor, ama zorundayız. Luce Irigaray’a bağlanmak elzem burada: “Özellikle anneler ve kız çocukları arasında, kadının kendisiyle ve diğer kadınlarla ilişkisinde ortaya çıkan ve telafi edilmesi gereken kültürel gecikme nedeniyle, hala yetişkin ve seven/sevgililer olmaktan çok, çocuğuz.” Suistimal edenin annesi olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, bu bahsedilen gecikmenin yol açtığından çok daha vahim sonuçlar beklemek gerektiği açıktır. 56 yaşında ölmek bunların sonuncusu.


Sinead O’Connor
Sinead O’Connor

Sinead O’Connor hakkında bildiklerimiz, bize bunları bilin diyen bir Big Brother’ınsöyledikleri. Bilmediklerimiz ise söylediklerinde ve şarkılarında saklı. Söylediklerinde derken, yanlış anlaşılma olmasın. Ya bizzat onun ağzından duymalısınız ya da onun yazdığına emin olmalısınız. Bu albümünde 1936 – 1978 arasında yazılmış bazı şarkıları yeniden yorumlamış. Hepsinin üzerinden geçersek dergi sınırlarını aşarız, sadece üç tanesini seçelim.

İlki “Black Coffee”, Sarah Vaughan yorumuyla 1949’da yayınlanır. Vaughan şarkıya“kendimi çok yalnız hissediyorum” diye başlar. Sonrasında “Pazar gününü asla bilemeyeceğim, bu haftaiçi odasında” diye devam eder. Bu yazılmış ve bundan sonra da yazılacak en feminist satırlardan biri değil mi? Şarkı aşağıdaki sözlerle toplumsal cinsiyet rollerine dair de yorum yapar:

“Bir adam aşık olmak için doğar,

Bir kadın ağlamak ve üzülmek için doğar

Evde kalmak ve fırınıyla ilgilenmek

Ve geçmiş pişmanlıklarında boğulur

Kahve ve sigarada…”


Black Coffee, daha sonra çok sayıda sanatçı tarafından kaydedilen bir şarkı. Ella Fitzgerald, 1960 yapımı bir film olan “Let No Man Write My Epitaph”ın müziklerinde onu yeniden yorumlar. Sinead’in ise neden söylediği çok açık, şarkı zamanında içine birden fazla tohum ekmiş olabilir. Kendisi tersini iddia etse de o her şeyiyle bir feministtir. Biyografisinde, bir müzik yöneticisinin “saçlarını uzatıp, makyaj yapıp, kısa etekler, yüksek topuklu ayakkabılar" giymeye başlamasını önermesinin ardından kafasını kazıtmaya karar verdiğini, bu kararı "plakları, görünüşü veya cinselliği nedeniyle satılmasın” diye aldığını söyler. O, müzik dünyasında kadınların cinselleştirilmesine şiddetle karşıdır. 2013’de Miley Cyrus’a yazdığı bir açık mektupta:

“Bir kadın olarak kendini gerçek anlamda güçlendirmen, gelecekte erkeklerin senden para kazanması için vücudunu veya cinselliğini sömürmelerini reddetmen ile olacaktır. Erkeklerin senin çıplaklığınla kazandığın paradan daha fazla para kazandığını bilecek kadar uzun süredir bu işin içindeyim.”


Kürtaj hakkı için yürüyen İrlandalı kadınların yanında yer alır.  “Kürtaj lehinde ya da aleyhinde kulis faaliyeti yapmam ama kadınların kendi bedenleri üzerinde kontrole sahip olma ve kendi kararlarını verme hakları için çok güçlü bir şekilde kulis faaliyeti yaparım. Hiç kimsenin bir başkasına ne düşüneceğini ya da neye inanacağını söyleme hakkı yoktur.” der.

Örnekleri artırabiliriz ama buna da sayfalar yetmez. Black Coffee, bu duruşu nedeniyle albümde yer almıştır ve yorumu da öyle mükemmeldir ki asla unutulmayacaktır.


Sinead O’Connor
Sinead O’Connor

Bir diğerine geçelim, bu kez bir intihar şarkısına… Şimdi ondan tekrar dinlediğimizde,anlamı ne kadar farklı. “Gloomy Sunday” bir Macar şarkısı. Birçok insanın, özellikle de Macarların bu şarkıyı dinlerken intihar ettiğini iddia eden bir şehir efsanesi var. En bilinenhali, 1941 yılı Billie Holiday yorumu ama genel anlamda şarkıyı söylemeyen yok gibi, öyle çok versiyonu var. Cazdan popa, punkdan rock’a birçok türde yorumlanmış. Şarkı, 1932’de bir Macar besteci Rezsö Seress tarafından yazılmış. Yazıldığı döneme bakarsak Macaristan’da ekonomik bunalımın olduğu ve faşizmin yükselişe geçtiği zamanlar. 1933’de kaydedilmeden, sadece kağıt üzerinde yayınlandığında sözler Laszlo Javor’a ait görünüyor ve kaybedilmiş bir aşk üzerine yazıldığı anlaşılıyor. Sonradan birkaç kez daha üzerinden geçilmiş, son hali öteki dünyada kavuşulacak ölmüş bir sevgili üzerine. İntihar üzerine olan şehir efsanesi basın yoluyla çıkarılmış, Macaristan ve Amerika’daki yüz ölümün bu şarkı nedeniyle olduğu iddia edilmiş, ama intiharların şarkıyla olan bağlantısı kanıtlanamamış. Macaristan’daki ölümlerin daha çok açlık ve fakirlikten kaynaklandığı biliniyor. Yine de BBC, İkinci Dünya Savaşı sırasında daha fazla moral bozmaya gerek yok diyerek Billie Holiday versiyonunu yasaklıyorve sadece enstrümantal olarak çalınmasına müsaade ediyor. 2002 yılına dek. Şarkının yazarı Rezsö Seress, 1968’de intihar edince şehir efsanesi de bir kısa canlanıyor. Sonra sönüyor. Sinead’in albümüne dönersek belki oradaki en can yakıcı şarkı bu, bu yıl itibarı ile durum böyle. Öyle yumuşak bir tarzda söylüyor ki kendisini daha önceden tanımıyormuşuz gibi,nasıl öfkeli olabileceğini bilmiyormuşuz gibi bir hisle doluyoruz. Çoktan ölümün kollarında sanki. 


Bir diğerine geçelim, “I wanna be loved by you”. Asıl ününü Marilyn Monroe tarafından “Some Like It Hot” filminde söylendiğinde kazanan bu şarkı, bu iki kadını birbirine sımsıkı bağlıyor. Norma (Marilyn’in asıl adı) babasını hiç tanımamış ve akıl sağlığı yerinde olmayan annesinin yanında kalamadığı için yetimhanelerde büyüyen bir kadın, Sinead de annesinin suistimali nedeniyle ruhen ömür boyu sakatlanmış bir kadın. Ortak yönlerinden sadece birisi bu. Birisi 8 yaşından itibaren (söylenti öyle ki hatta öldükten sonra bile) tacize uğrayan, yalnızlığı ile başa çıkmak için cinselliğini kullanma yolunu seçmiş ve bu yolla bir seks sembolü haline gelmiş bir kadın, diğeri ise cinselliğini kullanarak ünlü olmayı seçmeyip, ondan neredeyse tamamen arınmak için mümkün olan her şeyi yapan bir modern rock ilahı.Tezat yönlerinden sadece birisi de bu.


Some Like It Hot
Some Like It Hot

Marilyn Monroe der ki: “Kamuoyuna ve dünyaya ait olduğumu biliyordum. Ama bu benim yetenekli ve hatta güzel olduğum için değil, asla hiçbir şeye ve hiç kimseye ait olmadığım içindi. Ben iyi birisiyim ama bir melek de değilim.  Ben sadece, büyük bir dünyada sevecek birisini bulmaya çalışan küçük bir kızım.”

Böyle der ama aslında şarkıda söylediği şeyi ister. Sinead de şarkıda söylediği şeyi ister. O, annesinin onu sevmesini ister. Zaten kim istemez ki bunu? Çocukken en güvende hissettiğiniz yer neresidir? Anne ve babanızın yanı. Sinead ve Norma bu hissi tadamayan iki küçük kızdır ve ikisinin ortak çığlığıdır “I wanna be loved by you”.

Albümü Sinead’in ölümünden sonra dinlemek onun çocukluğuna ve gençliğine yapılan hüzünlü bir yolculuk gibi. Her bir şarkıda, onu sevdiğimiz Sinead O’Connor yapan öğelere rastlamak mümkün. Albümün çoğunun caz şarkılarından oluşması bir tesadüf gibi mi geliyor size? Tesadüf diye bir şey yoktur. 

 

bottom of page