top of page

Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

Benim gibi belli bir yaşın üzerindeki müzikseverlerin en sevdiği şeylerin başında müzik dükkanlarını ziyaret edip rafları karıştırmak, oralarda saatlerce vakit geçirmek ve vakti zamanında bizlere mucize gibi gelen raftan alınan bir CD’nin barkodunun ucundan kulaklık sarkan bir sisteme okutulup dinlenmesi desem bu devirde çok mu romantik addedilirim? Muhtemelen evet ama varsın öyle olsun, bizler o dünyayı da tecrübe etmiş son nesillerden biri olduğumuz için şahsen ben çok mutluyum. Bu bağlamda halen o eski ilişkileri yaşatan, müzikseverlerin ziyaret noktası olmaya devam eden ve güzel organizasyonları ile hepimizi buluşturan başta Outro olmak üzere tüm müzik dükkanlarına da buradan bir teşekkür yollayalım.


Yukarıda bahsettiğim hissiyatı bana veren müzik marketlerin en başında gelenlerinden birisi de “Tower Records” idi. İş ve turistik amaçlı sıklıkla gittiğim İngiltere ve Amerika’daki şubelerin beni daha genç yaşlarımda ne kadar etkilediğini çok iyi hatırlıyorum. Oraları gezmenin benim için ne kadar müthiş bir şey olduğu; gündüz vakti girip gece kapanma saatinde anca çıkabildiğim, limitli bütçeler ile alışveriş yapmaya çalışmanın nasıl bir ıstırap olduğu sanki dün gibi aklımda…


Daha sonraki yıllarda tüm büyük zincirlerin birer birer kapanmalarını üzüntü ile izledik. Büyük heyecanlarla yurt dışı ziyaretlerde koşa koşa gidilen adreslerde artık o mağazaların olmadığını görmek belki o seyahatlerden bile soğuttu bizleri. Ancak bu gelişmelerin daha sonra kaçınılmaz olduğunu, e-ticaretin başta olmak üzere müzik dinleme tercihlerindeki değişikliklerin bu model ile iş yapmaya çalışan kuruluşların faaliyetleri üzerindeki etkilerini anladık… Hatta bir ara Moogsynthesizer şirketinin kurucusu Robert Moog’un da vurguladığı gibi, bir miktar da anti-kapitalist söylemler ile “ne iyi oldu canım, onlar da yıllar boyunca küçük ölçekli mahalli plak dükkanlarını yok etmişlerdi” dedik…


Sanırım bu işin kazananını ve kaybedenini bulmaya çalışmak bugün geldiğimiz noktada biraz da gereksiz. Bizim görevimiz müzik adına iyi ve dürüst şeyler yapmaya çalışan herkesi ve her kuruluşu desteklemek. Her neyse, biz “Tower Records”a geri dönelim.  Bir Amerikan şirketi ve belki de dünyanın en büyük müzik perakende zincirlerinden biri haline gelecek olan “Tower Records” 1960 yılında ilk mağazasını California eyaletinin başkenti Sacramento’da açar. Russell Solomon’un kurduğufirmanın ismi, genç Russell’ın da zaman zaman içerisinde plak sattığı, babasının küçük marketinin (drugstore) yer aldığı “Tower Theatre” binasından gelir.

  


Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records
Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

 

Yıllar içerisinde bir zincire dönüşen “Tower Records”un ilk Amerika dışında faaliyet gösteren şubesi Japonya’da açılır. Daha sonra Birleşik Krallık, Kanada, Hong Kong, Tayvan, Singapur, Güney Kore, İsrail, Meksika ve Arjantin gibi ülkelerdeki mağazalar gelir ve çok da uzun bir süre sayılamayacak zaman içerisinde büyük bir zincire dönüşür firma. Bu arada rakiplerinden çok daha hızlı bir şekilde çevrimiçine yönelir ve 1995’de ilk internet mağazasını açar.

 


Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records
Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

 

İlerleyen yıllarda adı şaibeli fiyat fiksleme gibi davalara da karışır şirketin. 2002 yılında ilgili mahkeme tarafından 3 milyon dolar cezaya çarptırılır. Söylenti odur ki onca yıl boyunca bazı diğer müzik mağazaları ile yapılan gizli anlaşmalar yüzünden satılan CD’lerden elde edilen haksız kazanç 500 milyon dolar civarını bulmuştur, diğer bir hesapla o yıllarda satılan her CD başına müzikseverler 5 dolar fazla para ödemişlerdir…

Firma 90’lı yıllardaki hızlı büyümeyi doğru finanse edemez, internet üzerinden yayılan korsan müzik/film dünyasına yenik düşer ve 2004 yılında iflas bayrağını çeker ve nihayetinde 2006 yılında likidite olur. Aradan bazı şubeler farklı modeller ile işlemeye devam ederler ama sadece birkaç tanesi günümüze kadar ayakta kalır. 

  

“Tower Records”un tarihini daha yakından merak edenler için çok ilginç bir belgesel tavsiyesinde bulunmak isterim. 2015’de seyirci ile buluşan Colin Hanks imzalı “All Things Must Pass” belgeseli şirketin kuruluşundan iflasına dek geçen süreyi hem ticari hem de dönemsel müzikal gelişimler ışığından oldukça güzel anlatır.

 


Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records
Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

 

Benim bu yazıda esas üzerinde durmak istediğim bir başka konu ise “Tower Records”un halen faaliyette olduğu, işlerinin gayet iyi gittiği ve sürekli büyüdüğü bir ülke olan Japonya’daki sırrının ne olduğu.

Yukarıda da bahsettiğim gibi Japonya “Tower Records”a ABD dışında ev sahipliği yapan ilk ülkedir. Bu süreç zaten ülkenin müzik ve müzik alışverişi ile ilişkisini en güzel şekilde gözlerönüne sermektedir. 1979’da faaliyetine başlayan mağaza zaman içinde irili ufaklı 85 şubeye ulaşmış, 2002’de ana şirketin finansal açıdan zorlanmaya başlamasıyla birlikte Japonya’da kurulu şirket yöneticilerinin hisseleri satın almasıyla birlikte bağımsız bir yapı haline gelmiştir. Dolayısıyla ana şirketin 2006 yılındaki iflası Japonya’yı etkilememiştir. 2015 yılından beri ise telekom devi NTT DoCoMo Holding’in çatısı altında faaliyetlerini başarılı bir şekilde sürdürmektedir.

Bu sayede de muhtemelen dünyanın en büyük müzik mağazalarından biri olan 5000 m2 ve 9 kata yayılmış Shibuya mağazası halen Japon ve dünyanın dört bir yanından Tokyo’yu ziyaret eden müziksever turistlerin buluşma noktasıdır.

 


Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records
Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

 

Peki dünyanın en büyük ikinci müzik pazarı olan (ABD’nin ardından, İngiltere ve Almanya’nın toplamından fazla) Japonya’daki bu durumu nasıl açıklayabiliriz?  Bunun başlıca sebeplerinden biri Japon halkının göreceli olarak geleneksel olmasıdır demek yanlış olmaz. Japon müzikseverlerin halen CD veya plak gibi fiziksel medyaya yakınlığı su götürmez bir gerçektir. Spotify ve benzeri platformların ülkeye geç girebilmesi (Spotify Japan 2011’de kurulmuş ama anca 5 yıl sonra, 2016’da faaliyete geçebilmiştir) ve dinleyicilerin büyük kısmını halen cezbedememiş olamamaları da buna bağlanabilir (2022 rakamlarına göre bu tip platformlar halkın sadece %12’sine ulaşabiliyor). Gelenekselliğin diğer bir formu da ödeme metotlarında kendini gösterir, Japon halkı halen sanal ödeme sistemleri yerine nakit ödeme yapmayı sever, bu da online platformlara abonelik işini zorlaştırır.


Diğer bir sebep de Japon halkının koleksiyonerliğe eskiden olduğu gibi günümüzde de önem vermesidir. Toplumun büyük kesiminin tüketim kalıpları Batı’dan oldukça farklı olup, hızlı tüketim ve her şeye aynı anda sahip olma arzusundan çok uzaktadır. Bu da bilinçsiz istiflemeveya dijital dosyaları indirip bir klasöre yığma gibi aktivitelerin önüne geçer. Bunu günümüzde CD veya plakların geldiği fiyat seviyeleri bağlamında düşününce Japon müzikseverleri bir kez daha takdir etmek gerekir (Japonya’da her yıl yaklaşık 160 milyon CD ve 2 milyon adet plak satılmaktadır). Ülkelerinin refah düzeyi de bunu destekler tabii ki…


Araya belki gene koleksiyonerlik ile kol kola gidebilecek başka bir neden daha sıkıştırabiliriz. Bu da Japon müzikseverlerin sevdikleri veya takip ettikleri sanatçılara karşı takıntılı olmalarıdır. Genellikle Japon müzikseverler dinledikleri sanatçıların “Best Of” laıyla değil, her şeyleriyle ilgilenirler ve bundan gurur duyarlar. Yasal olduğu sürece kayıp albümlerden, “bootleg”lerden, demolardan vb. oluşan bir arşive sahip olmayı ve bu arşivleri teşhir etmekten çok hoşlanırlar, bu da tabii ki sadece fiziksel medya ile sağlanabilir… Buna cevap vermeye çalışan ve sayıları 6000’ı geçen müzik mağazaları nadir edisyonlar ve koleksiyonluk parçalar ile dinleyicileri her zaman cezbetmeyi kendilerine görev edinmişlerdir.

 

Tabii ki Japonya’da özellikle Tokyo’daki amiral mağaza olan Shibuya mağazasının hiçbir zaman sadece bir perakende mağazası olmaması, sürekli olarak sergilere, küçük çaplı konserlere, lansman partilerine ev sahipliği yapıyor olması da mağazayı cazip kılan etkenlerin başında gelir.Bu tip organizasyonlar ile sanatçı ve dinleyici arasındaki etkileşim kanallarını açık tutmak, sanatçı ile yüz yüze gelip belki bir imza istemek veya Japonların muhtemelen yapacağı gibi resim çektirmek hala çok önemli davranış biçimleridir onlar için.


Japonya’nın kendine has iş modellerinden birisi de müzik CD’si kiralamadır. 1985'te yapılan bir değişiklikle Japon telif hakkı yasaları CD kiralamalarına izin verir. Ülkede CD'lerin devam eden başarısının, bu sayede oluşan nispeten istikrarlı bir pazar olan kiralamalardan kaynaklandığını da iddia edebilir. Gene ilginç ve ülkeye has bir şekilde CD’lerin de bir taban fiyatı vardır, mağazalarda CD fiyatlarının kabaca 25 doların altındaki fiyatlardan satılması regülasyonlar ile engellenir. Buna rağmen yasal olmayan yollar ile medyaya ulaşım (indirme, kopyalama vb) dünya ortalamalarının çok gerisinde olup, her geçen yıl daha da düşmektedir.


Gördüğünüz gibi bir çok farklı konuda olduğu gibi Japonya müziğe ulaşım ve müzik dinleme konularında da oldukça kendine has bir ülke. Elektronik, robotik ve dijitalleşmenin bu kadar içerisinde bir öncü konumda bulunan ülkenin müzik tercihlerinde bu denli gelenekçi olması da bir hayli ilginç. Gelecekte ne olacağını kestirmek zor ama en azından yazının girişinde de değinildiği üzere, belli bir yaşın üzerindeki müzikseverlerin yad ettiği deneyimlerin halen bu ülkede yaşatılıyor olmasını bilmek bile insana keyif veriyor…


 


Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records
Plak Raflarının Cazibesi ve Tower Records

 

bottom of page